KURTULMAK İÇİN KURTARMAK LAZIM

Saadet Başaran tarafından tarihinde yayınlandı

Gönüllü olarak, karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek iş yapma demek olan Hasbilik, bizi masivadan maveraya, dıştan içe, eksiklikten tam olmaya davet eder. Dünya tarlamıza ekmek için hasbilik tohumlarını rüzgâra bindirip yeryüzünün nasipdâr köşelerine göndererek serpiştirdiklerimiz, bir derde deva olmak, bir ümitsiz derdin zehrine panzehir olabilmek ve hüznü sevinçle takas etmekten başka bir şey değildir. Takas aldığımız hüzün, vermenin almaktan daha yüce bir şey olduğunu hatırlatır bize.

Kurtuluşu kurtarmakta görenlerin hikâyesinden bahsedeceğim bu yazımda. Hani bir yolculuğa çıkacaksınızdır da varılacak yerin güzelliğini bilir ve heyecan duyarsınız. Yola çıktığınız andan itibaren yolculukta nice güzelliklere şahitlik edersiniz de menzilin güzelliğini unutursunuz. Nur tam da böyle bir kitap. Yolculuğa çıkıyor ve güzellikler müşahede ediyorsunuz. Her kitabın bir kahramanı olur ya hani, bana kalırsa bu kitapta herkes ana kahraman. Arayış içinde olmak, teslimiyet, yeryüzünü iyilikle inşa etmek gibi nice güzel hasletleri yüklenen kahramanlar, Mustafa Kutlu’nun kalemiyle insanı etkileyip düşünmeye sevk ediyor. Gelin o kahramanları yakından tanıyalım. Hikaye, ikisi de mimar olan Nur ve Sinan’ın bir ikindi namazı vakti camide karşılaşmalarıyla başlıyor ve hayatlarının kesişim noktası oluyor. Sinan dört kardeşten iki numara olan teslimiyet yükünün timsali. Hafızasını kaybetmiş olan modern zaman mimarlarına, bir zamanlar eşyanın ruhuyla inşa ettiklerini hatırlatıyor. Hani demişti ya Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir’de, “atalarımız inşa etmiyorlardı, ibadet ediyorlardı” diye. Yüksek binalara, bahçesiz evlere ve her yerin aynı olup insanın hiçbir yere ait olamamasına karşı bir duruşa sahip. Bir apartman yapmakla en az üç neslin hayatının dondurulacağına inananlardan. Arayışı ve cevabı kendinde olan soruların seyyahı olan Nur’un aksine, aradığını bulmuşluğun, huzurun ve teslimiyetin sancaktarlığını yapıyor Sinan. Abisi Demirci Cemil hak yemez yedirmez, dost bildiğine istese kolunu feda edebilecek biri. Bundan sebep, dost bildiği ustasını vurup çolak bırakanlara hesap sormuş ve sekiz yıl hapis yatmıştır. Hapis ona Hz Yusuf misali subh-u sadık olmuş, tanıştığı derviş sayesinde, özgürken yaşadığı karanlıktan tutsakken çıktığı aydınlığa kavuşmuştur. O aydınlık, içindeki iyilik tohumlarına besin olmuş ve Allah bir hayal düşürmüş kalbine. Hapisteyken kendi hayat muhasebesini yapacak boş vakti olunca düşünmüş bir bir yaptıklarını. Bundan sonra kabadayılık, haraç, gasp ve ortalık yerde içip insanları rahatsız etmek yok diye kendini ve Kadırga’yı yeniden inşa etmek adına kararlar almış. Hayali mi neydi? Bir dernek kurmak istiyordu, “Okuyanı Çoğaltma Derneği”. Ustası onun yokluğunda dükkana iyi bakmıştı ve bu helal kazanç derneğin temeli olacaktı. Bir yer bulur bulmaz kütüphane kurmakla işe başladılar. İhtiyaç sahiplerine aş kaynattılar. Adına da “Cemil’in Yurdu” dediler. Kış günleri çocuklar ders çalışmaya, genç ağabeyleri onlara ders çalıştırıp Kur’an öğretmeye ve bilim adamları da cumartesi günleri sohbet için geliyordu. Allah dilediğini hidayete eriştirince insan çiçek açarmış. Cemil çiçek açmış ama kardeşleri Çiçek böbrek yetmezliğiyle mücadeleye durmuş nazenin bedeniyle. Bu derdi veren Allah onun gönlüne de bir güzellik düşürmüş, adı Cüneyt. Onun da hayalinden bahsedelim. Eğitimini tamamlayıp doktor olduğunda arkadaşlarıyla klinik açıp bir gününü de “Yetimler Günü” ilan etme hayali kuruyordu. O gün karşılıksız olarak yetimlere şifa olup yüzlerindeki tebessümün sebebi olmak için. Hikâyede herkes kahraman demiştik ya, Çiçek’e de çiçek açtırmayı Allah Nur’a nasip ediyor. Nur, annesinin onu küçükken terk ettiği, babasının da iş yoğunluğundan ilgisiz kalıp ninesinin büyüttüğü çocuklardan. İnsan ölümle yüzleşmeden önce ölümsüzlük duygusuyla yaşıyor. Allah, Nur’un babasını da ölümle yüzleştiriyor ki ölümsüzlük uykusundan uyansın. Uyumadan uyanılmıyor çünkü. İskender uyuyor ve o da bir rüyayla uyanıyor. O da herkes gibi rüyasını gerçekleştirip hacca gidiyor. Dönüşü ise bambaşka oluyor. Anadolu’dan kimsesiz, bakıma ihtiyacı olan çocukları getirtip üniversiteden mezun olana kadar okutmak üzere bir “Yetimler Yurdu” yaptırıyor. O da kızı Nur gibi ruh iklimine yolculuğa çıkıyor. Arayış yolunun yolcusu Nur ise metafizik problemlerine şifa olacak bir otacı bulmak uğruna Bursa, Tire, Konya derken en son Karaman’a ulaşıp söyledikleri dergâha varıyor.  Orada bir süre misafir olduktan sonra mizacındaki istikrarsızlık sebebiyle geri dönme kararı alıyor. Buraya kadar her kahramanın hayallerinden bahsettik. Ana kahraman Nur da bu süreçte bir amaca varıyor araya araya. Cevapsız sorularının ruhunda açtığı varoluş sancılarını dindireceğine inandığı bir amaca bağlanıyor. Demiştik ya Çiçek’e şifa olmak da Nur’a nasip oluyor diye. Nur Sinan’ın yanına gidiyor ve kardeşi Çiçek’e böbreğini vermek istediğini söylüyor. Ancak verdiğimizde alabileceğimizi düşünüyor ve diyor ki, “kurtulmak için kurtarmak lazım”. Ameliyat gayet başarılı geçiyor. Bir Çiçek açıyor ama hayat bu ya, kimileri doğarken kimileri başka âlemlerde yaşamak üzere uçuyor kanatlarıyla. Nur ölüyor bu hikâyenin sonunda. Ama o zaten ölmeden önce ölmüştü. Hikâye ardında nice güzellikler ve iyilik tohumları bırakarak burada sona eriyor. Peki biz tüm bu iyilikler zincirinin, arayışların, teslimiyetin ve hasbiliğin peşinden kendimize nasıl bir hisse çıkaracağız? Fıtrattan kaynaklanan bir iyiliğe yönelme, iyileştirdikçe iyileşebilmeye meyilli bir yaratılışa sahibiz. Rüzgarda savrulan bir yaprak değiliz. Bir yüce amaç için dünyaya gönderildik ama pek çoğumuz elest bezminde verdiğimiz sözü unuttuk. Sözü hatırlayanlar unutanlara hatırlatma sorumluluğunu üstlendi. Tohumlarını avucunda saklayanlar toprağa ekmeyi kendilerine görev bildi. “Altında gölgelenemeyeceklerini bildikleri halde insanlar ağaç dikiyor” diye okumuştum bir yerde. Evet belki bu dünyada o kadar uzun ömrümüz olmayacak ama sonsuz hayatımızda o ağaçtan daha güzellerinin altında gölgeleneceğimize dair içimizde bir umut taşıyoruz. Tüm çabalarımız, ilahi olanın rızasını kazanmak için kalbimizdeki kelebekleri uçurup başka bir kalbe kondurmak ve iyilik ordusunun gönüllü neferi olmak içindir. Allah gönülden verenlerden, gönlünü verenlerden eylesin.


Saadet Başaran

Beni en güzel tanımlayan kelimelerden birisi sanırım merak. Öğrenmeye, yeni yerler keşfetmeye, yeni tatlar denemeye, kör noktalarımdan bir yenisini daha açığa çıkarmaya dair büyük bir merakla yaşıyorum. Yeni kitaplar, yeni insanlar ve yeni bakış açılarının beni zenginleştirdiğine inanıyorum. En çok da daha iyi bir insan olmama katkı sağlıyorlar. Tüm bunlar için bana katkı sağlayan her şeye ve herkese minnettarım.

0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar yer tutucu

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.