Her bir duyguyu, durumu ehemmiyetli ve anlamlı kılan o durumun veya o duygunun yokluğuyla birlikte var olmasıdır aslında. Somut bir örnek vermek gerekirse, açlık hissimiz olmasaydı yemek yemenin hazzını ve mutluluğunu yaşayamazdık. Ya da susuzluk gibi bir hissiyatımız var olmasaydı, suyu kana kana içmenin keyfine ve lezzetine varamazdık. Hastalık olmasa, sağlık bizim için pekte önemli bir şey olmayacaktı. Ama hasta olduğumuz zamanları bir hatırlarsak, o anlarda tek isteğimizin sıhhatimize kavuşmak ve sağlığımızın kıymetini her bir hücremizde hissedebilmek olduğunu da hatırlamış oluruz. Bu pencereden baktığımızda kâinatta var olan her şey zıddıyla mana bulur ve zıddıyla güzelleşir. Yani zıtlıklar insanoğlunun hayatını anlamlandıran nimet görevindedir.
Yaratılmış canlı cansız her bir varlığın hatta her bir duygunun mutlak bir amacı olduğunu ve o amaç suretinde yaratıldığını biliyorsak eğer, başımıza gelen kötü durumlarda hemen isyan bayraklarını çekmek yerine durup bir düşünmeli, sorgulamalıyız. Çünkü kötü bir duygu durumu veya olayla karşılaştığımızda muhakkak ki yapılacak en kolay şey “neden benim başıma bunlar geliyor?” nidalarında bulunmak olacaktır. Zor olan, başımıza gelen durumu feraset çerçevesinde değerlendirebilmekte ve zor olan, durum hakkında serinkanlılıkla içsel muhakeme yapabilmektir. İşte her birimiz bunu yapabildiğimiz takdirde kitlendiğimiz anların anahtarlarını tam karşımızda bulmuş olacağız. Ve yine bunu yapabildiğimiz takdirde buğulanmış pencerelerin aslında nereye açıldığını görebilmiş olacağız.
Yaşanan acı, tatlı her olay ve musibetler hikmet dairesi çerçevesinde başımıza geliyorsa bu durumu günümüze uyarlayarak feraset aynasını bir kendimize çevirelim. Geçirdiğimiz bu sıkıntılı virüs salgınıyla dünyaya kafa tutan insanoğlunun ufacık bir virüs karşısında ne denli aciz kaldığını görmüş olduk. Acziyetimizin ve Rahman’ın kudretinin nelere kadir olduğunu bir kez daha fark ettik. Her gün yaptığımız rutinlerin aslında bizler için ne kadar önemli olduklarını da fark etmiş olduk. Sahil kenarına gidip şöyle bir yürümenin, yürüyebilmenin ve hatta kimi zaman şikâyet ettiğimiz hayat koşturmacamızın bile yaşamımızda ne denli büyük bir yer kapladığını görmüş olduk. Dünyalık işlerimizin son sürat koşuşturmasında hayatı ve kendimizi ne kadar az duyumsadığımızı gördük ve Kemal Sayar’ın da dediği gibi: “Herkesin zamansızlıktan yakındığı bu çağda; hız yapmanın, zaman kazandırmadığını, o hızla benliğimizden, sevdiklerimizden ve biricik hayatımızı duyumsayarak yaşamaktan giderek uzaklaşıyoruz.”
Aslında bu izole günlerin bize kazandırdığı en manalı şey belki de “farkındasızlığımızın” farkına varabilmek oldu.
“Peki, yaşanılan bu karantina günlerinde yapmamız gereken içsel muhasebe nedir, yaşanılan bu zor günlerin bizim göremediğimiz amacı nedir?” sorularına her birimizin vereceği cevap farklı olacaktır. Önemli olan içimizin derinliklerinde bir yerlere dokunan o kilit cevabı bulabilmekte saklı. İşte o cevabı bulduğumuzda dünya değişmese de kendimizdeki ve çevremizdeki değişimin çoktan başlamış olduğunu göreceğiz. Aslında o cevapla, dünyevilik uykusundan uyanacağız.
-Reyhan AKAY.