“Yaşlanmakla birlikte bedenimizde meydana gelen değişimleri hissedemeyeceksek hayatın geçip gitmekte olduğunun ve kaçınılmaz sonun yaklaştığının nasıl farkına varacağız?” Yani aslında bu cümleden aklımızda oluşabilecek bir çok sorunun yanında şu sorular da var; Bu değişiklikler olmaz ise biz geçip giden zamanın farkına varabilir miyiz? Yoksa zamanın kıymetini bilmek için yaşlanmayı mı bekleyeceğiz? Peki bu zaman bize en çok ne zaman lazım? Zamanın kıymetini bilmezsek bizi nasıl bir yaşlılık bekliyor olabilir?…
Pek çoğumuz tahmini ömürümüzün sonuna doğru yakınmaya başlarız. “Ömrüm boşa gitti, Hayatımı yaşayamadan ölüp gideceğim, Keşke hayatın başına döbebilsem, Ah gidi şimdi genç olmak vardı, (Gençlere) Kıymetini bilin yaşınızın gibi cümleler çokça çıkabiliyor ağzımızdan. Ama bunların ağızdan çıkmama olasılığı varken neden her seferinde yaşlılarımızın bir çoğundan bunu duyarız? Okuduklarım sonucu ben bunun sebebine “zamanın transı” diyorum. Zamanın ehemmiyetini kavramak ilk olarak yapılması gereken en isabetli iş olacaktır bana göre. Bir insan elbette hayatını bir şekilde idame ettirebilir ancak bu noktada zamanını ne kadar kaliteli kullandığı önemli olan. Erik Erikson’a göre gençlik döneminde hayatını istediği gibi yaşayamamış veya istediğini sandığı gibi yaşamış olan kişiler ilerleyen yaşlılık dönemlerinde oldukça huysuz, çocuklara tahammülü olmayan belkide evinin önünden bile çocukların geçip ufak sesler çıkartmasından rahatsız olan benlik bütünlülüğünü kazanamamış umutsuz bireyler olmaktadır. Eğer hayatını tam tersi yani istediği şekilde hayatını idame ettirmiş bireyler tonton dede/nene pozisyonunu alabilmekte. Mahallenin sevilen tipleri olabilme olasılığı oldukça yuksek.
Zamanımızı kaliteli ve keyifle geçirmek için Kemal Sayar’a göre “İşin dışında da, uğruna uçurtmalar uçurduğunuz ideal, uğraşı ve hedefleriniz olsun.” Edindiğimiz amaçlar bizi hayata tutan yegane şeylerdir. Bu meslek, hobi, evlilik vs olabilir. Bu hayallerimiz için bir çok meşakkatli yollardan geçeriz belki de ancak yolun sonundaki amacımız, hayalimiz tüm sıkıntıları bize unutturabilir. Her gün elimizde var olan 86.400 dakikayı değerlendirebilmemize bağlı olarak bir tüy gibi olmak veya kendimize ayırdığımız minimum zamanlarla istemsiz stres ve kaygılarla tansiyon ve/veya kalp hastalıklarıyla boğuşuruz.
Hayatımız ailemize, çocuğumuza, eşimize, arkadaşımıza değil bizzat kendimize aittir. Yaşadığımız hayat hakkında elbette görüşler duyacağız ve hayatımızı birçok insan şekillendirmek isteyecektir bunlardan bazıları kenara not edilirken bazıları unutulur gider. Buna göre hayatımız hakkında tercihlerde bulunuruz. Yaşadığımız zamanı şekillendirirken önce kendi isteklerimiz önemlidir daha sonra isteklerimiz çevremizi ne kadar etkilediğine bakıp en son da karar veririz.
Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı olsun Freud’un Psikanalizi olsun bu gibi kuramlar her yaşın nasıl bir önemi olduğuna değinir. Örneğin kritik dönem olan Fallik dönemde yanlış davranımlarla çocukta oedipus(anne kıskançlığı) ve elektra(baba kıskançlığı) kompleksleri ortaya çıkabilmektedir veya 8 basamaklı psikososyal gelişim kuramında bir yaş dönemimde sıkıntı olursa bu sıkıntı diğer yaş dönemlerini de etkileyebilmektedir. Zamanında yapılan doğru müdahaleler sağlıklı bir birey olma yolundaki en güzel pansumanlardır.
Özetle bilinçli, hedefleri olan, hayalleri olan, kendine önem veren, kendini seven daha sayamadığım bir çok özellikte olabilen bir insan kendine ve çevresine verimli bir hayat sunar.
Kevser Döne