İnsanın sınırlılıkları konusunu ele alırken yaratılış itibariyle sınırlı bir varlık olduğumuz gerçeği karşımıza çıkıyor. İnsan, doğum ve ölüm arasında bir ömür sürer. Her ne kadar İlahi kudretin bir yansıması olarak yaratılmış olsa da Allah gibi mutlak ve sınırsız değildir. Zaman ve mekanla sınırlı bir varlık olarak insan, hastalık ve acziyet gibi haller yaşar; aklı ve bilgisi sınırlıdır; mutlak bilgiyi elde edemez, yalnızca Allah’ın kendisine verdiği kadarını bilebilir.
İnsanın acziyetini, sınırlılıklarını bilmesi kendisi için daha anlamlı bir hayatın kapılarını açar. Yapabileceklerinin, eylemlerinin sınırlılığını fark eden insan yaşamını da bu farkındalık ve kabulle inşa eder. Tasavvufta “had”, insanın kendi sınırlarını bilmesi ve bu sınırların dışına çıkmamaya özen göstermesi anlamında kullanılır. İnsanın haddini bilmesi, onun nefsani arzularına yenik düşmeden, kendini Allah karşısında doğru bir konumda görmesiyle ilişkilidir. Kendi haddini bilmek, tasavvufi terbiyede en önemli erdemlerden biridir, çünkü bu, insanın nefsini kontrol edebilmesinin anahtarıdır.
Had kavramı aynı zamanda insanın ilahi iradeye boyun eğmesiyle de bağlantılıdır. İnsanın iradesi sınırlıdır ve Allah’ın iradesine tabidir. İnsanın kendi iradesini aşırı vurgulaması ve haddini aşarak kendini mutlak bir güç sahibi gibi görmesi, tasavvufî anlayışta büyük bir yanılgıdır. İnsanın bu dünyadaki varlığı ve eylemleri, ilahi bir düzenin parçasıdır ve bu düzenin içinde insanın bir rolü vardır. Bu rol, kendi sınırlarını bilmek ve buna uygun bir yaşam sürmekle anlam kazanır.
Sonuç olarak, tasavvufî öğretilerde insanın sınırlılıkları ve had kavramı, kişinin varlık bilincini doğru bir temele oturtmasına yardımcı olur. İnsanın haddini bilmesi, onu Allah’a yaklaştıran en önemli adımlardan biridir. Bu bilinç, insanın hem kendi içsel yolculuğunu doğru bir şekilde sürdürmesine hem de toplumsal hayatta tevazu ve ahlaki olgunluğa ulaşmasına vesile olur.
Tasavvufi öğretilerden yola çıkarak günlük hayatı ele aldığımızda kişinin sınırlılıklarının farkında olması, değerleri doğrultusunda yaşarken kendisinden beklentileri ve eylemleri arasında bir denge oluşturmasını sağlar. Herhangi bir şeyi gerçekleştiremediğinde kendi azcziyetinin bilincinde olarak merhamet ve şefkatle kendisine yaklaşır.
Genelde beklentileri sınır kavramı ile ilişkilendirerek düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen yüksek beklentilerin azaltılması olur. Kişinin sınırlılıklarını bilmesi aslında kabiliyetlerini de tanıması ile yakından ilişkilidir. “Yapamam” dediği yerde yapabileceklerinin farkına vardığında kendisine haksızlık ettiği noktaları fark ederek daha zengin bir yaşama dair eylemlerini de artırabilir.
Son olarak insanın sınırlılıkları olduğu kadar sınırsız bir tahayyül kapasitesi vardır. Sınırsızlıkları ve sınırlılıkları bir araya getirmek, bu denge ile değerler doğrultusunda bir yaşam inşa etmek tam da insanın yaşamının esas gayesidir.