- Kitap adı: Değirmen
- Kitap yazarı: Sabahattin Ali
- Sayfa sayısı: 153
- Yayınevi: Türkiye İş Bankası Yayınları
- Basım yılı: Mart, 2020
Sevgili okuyucu, şu anda gelmiş geçmiş tüm çağları ve tüm insanları öyle ya da böyle etkileyen, üzerine şiirler yazılan ve çaresi bulunmaz acılara düçâr olunan bir konudan bahsedeceğim. Tahmin etmişsindir hemen, evet evet aşktan bahsediyorum. İlk okuduğumda, daha da ileri gideyim, her okuduğumda beni hüzünlendiren ve bir o kadar da aklımdaki “sevmek” kavramını tekrar sorgulatan kısacık bir hikâyeyi ele aldım bu ay. Tabi ya, hüzün mevsimine hüzünlü hikâye yakışır. Aç oradan bir hüzün müziği diyerek girizgâhı sonlandırayım.
Sabahattin Ali, bildiğiniz gibi aşk konularının bıçkın delikanlısıdır ama bu kitabında yer verdiği kısa ve birbirinden sıcak hikâyeleriyle bana göre arşa çıkmış biridir. Ben burada bir tanesini ele alacağım, kitaba da ismini veren “Değirmen” hikâyesini.
“Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?”
İşte bu soruyla başlayarak bizi hikâyeye hazırlıyor Sabahattin Ali. Gerçekten sevmeyi bilenlerin anlayabileceği cinsten bir sonun bizi beklediğini haber vermek ister gibi soruyor. Sevmenin ne olduğunu gerçekten bilmiyorsanız bu hüzünlü son size anlamsız gelebilir demek istiyor aslında. Nitekim haklı da. Sevmek ne demek gerçekten? Emek midir, kendini bulmak mıdır, karşılıksız bir şey midir, bir muma ateş olmak mı yoksa yanan ateşe dokunabilmek midir? Biraz düşünelim… Ne kadar düşünürsek düşünelim hepimiz için farklı anlamlar ifade edecektir sevmek kavramı. Nihayetinde parmak izi gibi biricik olan insanoğlu hep farklı farklı düşünür. En iyisi mi biz ortak noktaya varmak adına Ali’nin düşüncelerinin üzerinde adeta bir cambaz gibi temkinlice yürüyelim.
“Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ ikincisine? Gene mi o? Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin? Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu falana filana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun.”
Aşk ya da sevmek dediğimiz kavram, havada kalan ve atıp tutulan sözlerden ziyâde, eyleme dökülen, gerçek mânâda kendinden verilen bir şey yazarımıza göre. Sanat, sanat için mi toplum için mi bilemeyiz ama, bir kalp bir sevgili içindir. Gönlümüzün dizginleri yok ki dur durak bildirelim. Hiç beklemediği bir ânda ve mekânda kalbinin sahibini bulan bir garip klarnetçinin hikâyesi bu, Atmaca’nın. Gönlünü kaptırır bir güzele Atmaca ama her güzelin kusuru var diye boşuna dememişler. Bu güzel de küçükken sağ kolunu değirmene kaptırmış. Birisi senin noksanlığına rağmen sana aşkını itiraf ederse ne dersin sevgili okuyucu? “Ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?” dersin. Sonra da şöyle cevap alırsın; “Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun, bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir?” Bazen, her sabah kalktığında noksanlığın yüzüne vurulursa bir kalp belki de bir koldan daha az değerli olabilir. Ama sevgi ya da aşk, bir noksanlıktan daha değersiz değildir. Sonunu tahmin edersiniz hikâyenin, sevdiğiniz kişide olmayan şey sizde de olmasa o zaman iki noksan bir tam eder. Atmaca da sağ kolunu verir değirmene, verir dedim çünkü göğsünden değil gönlünden koptu. Sarıldıklarında birbirini nasıl tamamladıklarını hayal edersiniz. Sâhi, acaba verdiklerimizle mi tam oluyoruz? Her şeyimiz tam iken eksiğiz, eksilmek tam olmaktır bazıları için. Gönlünden ne koparsa diyenleri gönlümüzden vererek tamamlıyoruz. Bize yapılan bir iyiliği dua ederek tamamlıyoruz. Peki hayatlarımızdaki eksikliği ve boşluğu ne ile tamamlıyoruz? Bu da benden eksilen ve senin tamamlayacağın bir şey olsun sevgili okuyucu. Sabahattin Ali’nin kalbinin genişliğine hitâben bizim de sayfalarımız geniştir, sözleri sona erdirelim. Nasıl bitirmişti hikâyesini Ali;
“Sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.”