“Mü’minin hayranlık verici bir hali vardır ki, başka hiç kimsede bulunmaz. O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur. (Müslim, Zühd, 64)
Olumlu düşünce denilince zihnimde bu hadis-i şerif canlanıverdi. Nedir olumlu düşünme? Güzel bir halin kıymetini bilmek, kötü bir halin içindeyken de geçeceğini bilerek sabretmek değil mi? Peygamber s.a.v’in mübarek cümleleri ne de güzel özetliyor değil mi?
Nebevi terbiye alan sahabe toplumu bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da örnek teşkil ediyor bizlere. Mü’minin en güzel özelliklerinden olan sabır ve şükür en güzel sahabe toplumunda yaşandı ve uygulandığında mutluluk asrı olarak nitelendirdiğimiz bir asır ortaya çıktı.
Günümüzde mutluluğu gelip geçici şeylere bağladık maalesef, kimilerine göre bu kaliteli bir yaşam, kimilerine göre iyi bir araba, lüks bir ev, iyi bir statü… hepsi elde edilene kadar kıymetli elde edildikten sonra alelade şeyler… azla yetinmek, zorluklara sabredip geçeceğini bilmek yani olumlu düşünmek, elde olanın kıymetini bilmek bu asırda sanki uzaklardan gelen bir müzik sesi gibi çok uzağımızda. Oysa mümin ( kendimizi böyle nitelendirebiliyorsak) yukarıda da geçtiği gibi başına güzel bir şey geldiğinde şükreden, başına bir musibet geldiğinde sabır ile mücadele eden kişidir. Kendi hayatımızı kısaca gözden geçirelim. Biz bu hadisin neresinde yer alıyoruz?
Asrı saadete gelirsek eğer bu hadisi hayatına geçirebilmiş sayısız sahabi var. Bunlar arasında bir tanesi var ki diğerlerinden farklı bir özelliğe sahip, gözleri ile değil gönlü ile görebilen biri o. Sahabi efendilerimizin hepsi gönül insanıydı fakat bu kişi gözleri görmeyen ama bir sahabiydi. Asrı saadet, özel gereksinimli insanlar için de mutluluk asrıydı. Toplum olarak erdemlerin zirvesi yaşanıyordu, gözleri görmeyen, duymayan özellikte insanlar bile toplum tarafından kucaklanıyor ve kazandırılıyordu.
ABDULLAH İBN ÜMMÜ MEKTUM
Amaların efendisi…
Asıl karanlığın gönüllerde olduğunu bildiren; ‘gözler kör olmaz ancak sadırlardaki kalpler kör olur.’ Ayetini yaşayarak iman etmiş bir bahtiyar…
Cebrail a.s’ın ‘ allah iki nimeti alıp yerine cennet, verir’ diyerek müjdelediği sahabi..
Asıl adı Amr’dır. Fakat herkes Abdullah diyerek çağırır onu. Annesinden dolayı ibn ümmü mektum diye künyelenmiştir, ümmü mektum’un oğlu.
Küçük yaşta gözlerini kaybetmişti. Sanki, küfrün karanlığının hakim olduğu o dönemde gözleri de bu karanlığı görmek istemezcesine görmez olmuştu.
Mekke devrinde Müslüman olan ilk insanlardandır. Medine’ye ilk hicret eden muhacirlerdendir.
Peygamberden ilim öğrenmeye meraklı bir insandı. Öyle ki görmeyen gözleri engel olamadı ilim öğrenmesine. Sağlıklı bir göz ile bizim yapamadıklarımızı yapma gayreti ile geçirdi tüm ömrünü…
İbn ümmü mektum, sık sık peygamberin yanına gelip kuran okumak isterdi. Bir defasında peygamber s.a.v müşriklerin ileri gelenlerine iman etmeleri için İslamı anlatırken Abdullah ibn ümmü mektum gelmiş ve kendisine kuran öğretmesini istemişti. Peygamber s.a.v de müşriklere İslamı anlatmayı sürdürmüş ve İbn ümmü mektum ile ilgilenememişti. İbn ümmü mektum bu isteğini birkaç defa tekrarlayınca yüzünü buruşturup cevap vermemişti. Cevapsız bırakma sebebi ise ‘ bu dini ancak amalar, fakirler kabul ediyor’ gibi bir düşünce oluşmaması içindir. Kısa bir süre sonra ilahi ikaz geldi;
“Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı… Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti… Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur’ân bir öğüttür.” (abese süresi)
Bu hadise üzerine peygamber s.a.v ibn ümmü mektum r.a ‘ya iltifatta ve ikramda bulunmuştur. Ne zaman onunla karşılaşsa ‘ ey rabbimin beni ikazına sebep olan kardeşim’ diye hitapta bulunurdu.
Hz. İbn ümmü mektum ama olmasına rağmen kuran hafızıydı. Gözlerinin görmeyişini bahane ederek kuranı ezberlemekten geri durmamıştır. Yine hz. Bilal okuyamadığı durumlarda müezzinlik yapmıştır.
Ramazan ayında sahurun bittiğini haber vermek için ezan okurdu. Peygamber s.a.v İbn ümmü mektum ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz. Buyurmuştur. Medineye geldikten sonra halka kuran öğretmiştir. Hayatının hiçbir devrinde bizim dezavantaj olarak gördüğümüz amalığını bahane etmemiştir. Kendini o şekilde kabullenmiş ve toplumdaki vazifelerini fazlasıyla yerine getirmiştir. Olumlu düşünceye sahip olmanın yollarından belki de en önemlisi kişinin kendi zayıf yanlarını iyi bilmesi ve kabul etmesidir zannınca. Bir mümin felaketlerin allah tarafından bir imtihan olduğu bilinciyle yaşarsa problemleri, problem olarak değil de cenneti kazandıracak bir imtihan olarak görürse daha olumlu bir hayat yaşar. Geçmiş ile kavgaları bitirmenin reçetesini dinimiz bize kadere iman ile sunuyor.
Mescide uzak oturmasına rağmen tüm vakit namazları cemaat ile eda etmeye gayret etmiştir. Özellikle erkek kardeşlerimiz kendisine sormalıdır, gözlerim gördüğü halde kaç vakti camide cemaatle eda ettim? Diye. Hatta peygamber s.a.v kendisine izin verdiği halde müezzinlikten geri kalmamak için bu izni kullanmamıştır. Bizler de görevlerimizi kaytarmaya ne meraklı bir ümmet olduk değil mi?
Peygamber s.a.v sefere gittiğinde medine’ye vekil olarak genellikle hep Abdullah ibn ümmü mektum r.a’yı bırakmıştır.
Cihat ayetlerinden nisa suresi 95. Ayet nazil olunca peygamber s.a.v Zeyd bin Sabit ‘e yazdırmış bu esnada orada bulunan İbn ümmü mektum r.a ise ‘ya Rasulullah cihada gücüm yetseydi bende katılırdım. Ama amayım’ demiştir. Bunun üzerine Allah Rasulü’nün dizleri hz. Zeyd’in dizi üzerindeyken vahiy hali hasıl olmuş hatta hz. Zeyd ‘ neredeyse dizlerim dağılacaktı’ diyerek o halin ağırlığından bahsetmiştir. Peygamber vahiy olarak ‘özür sahibi olanlar müstesna’ kısmının vahyedildiğini bildirmiştir. Bu izne rağmen ibn ümmü mektum yine de bazı savaşlara katılmıştır.
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde kasidiye savaşına katılmış, savaşamasa da yüksek ses çıkartarak düşmanın dikkatini dağıtmıştır. Ve o savaşta şehit olmuştur. Rabbim şefaatine nail eylesin…
Ömrü elinden gelenin en iyisini yapmakla geçmiş bir sahabiydi. Özürlerini bahane olarak kullanmayan, şikayet etmeyen onun yerine elinden geleni yapan kendini kabul etmiş, umutsuzluk hastalığına kapılmamış bir insandı. Hayatından çıkarılacak çok fazla ders olmakla birlikte gördüğüm halde yapamamadıklarımızı hatırlayıp Rabbime karşı mahcup etti beni…