Sanat insanın gönlünden çıkar ve başka bir insanın gönlüne girer. Her sanat dalı çokça duygunun yoğunluğu ile ortaya çıkar. Fotoğraf da öyle. Bir makine bir objektiften ibaret değildir elbette. Gönlümüze düşeni kadrajımdan yansıtırız görenlerin yüreğine. Her fotoğrafta aslında bir duygumuzu, bir fikrimizi paylaşırız. Ondandır ki görsel hikaye adı verilir oldu yenilerde fotoğrafa.
Sevmeden, hissetmeden fotoğraf sanat olmaz. Sanatı sanat yapan şeylerden biri de gönüllü olmaktır. İçten gelmesidir. En harika fotoğraflar karşılığı olmaksızın çekilenlerdir. Zaman zaman bir yerlerde kendimizden parçalara rastlarız. Yalnız bir insanı görünce mesela, mutlu bir çocuk görünce… fotoğrafçı kendinden gördüğü parçaları kaydeder zamana karşı. Aslında bir fotoğrafa bakarken çeken ile alakalı çok şey saklı olabilir içinde. Eğer kişi her iş gibi, her sanat gibi fotoğrafı da gönüllü çekiyorsa eğer çok şey anlatabilir. Bir büyüsü olur sanki.
İnsan bu devirde en çok kendini dinleyerek birine ihtiyaç duyuyor. Sürekli gösterme çabaları, sürekli anlatma çabaları içerisindeyiz. Bir çoğumuz anlaşılmak istiyoruz. Anlaşılmak için de çok farklı yollardan anlatmayı deniyoruz yüreğimizde olan biteni. Bir fotoğrafçının anlatma mecrası fotoğraftır. Objektifi ile konuşur, objektifi ile yazar. Gönlüne düşen heyecanı fotoğrafta arar, gönlündeki sıkıntıyı fotoğraf üzerinden gösterir.
Şu çağda bizler değil miyiz en çok neyi seviyorsak onu fotoğraflayan… bir bibliyoman kitaplarını çeker her fırsatta…
her karesine kitap iliştirir mutlaka… doğa sever doğayı alır kadrajına… duramaz bir çiçeği görünce çekmeden…
eskiye özlemlerimizi yıkık dökük bir evi fotoğraflamakla anlatırız belki de… nostalji geçmiş özlemimizin göstergesidir kimi zaman… kim neye gönül verdiyse onu o anda dondurmaya ehemmiyet gösterir. Her sanat gibi fotoğraf da kalpte doğar… kalbe yol bulur ve kalpte son bulur. Işığınız bol olsun…