Site icon PATİKA TOPLULUĞU

İNSANLIĞIN DİRİLİŞİ

Kitabın adı: İnsanlığın Dirilişi
Yazarı: Sezai Karakoç
Sayfa sayısı: 160
Yayınevi: Diriliş Yayınları
Yazıldığı tarih: 1976

Bazen hissettiklerimiz karşısında kelimeler çaresiz kalır. Zihnimizin içinde kelimeler, suyun içindeki balıklar gibi döner durur ama hiçbiri dışarıya çıkmak için kendini yeterli görmez. Kelimelerle anlatamıyorsak meramımızı başka yollar aranır ama mutlaka bir şeyler yapmak lazımdır. Çünkü ruh modernizm, gösteriş, bencillik, zenginlik kurşunlarının üzerine boca edildiği bir silahla vurulmuştur. Ruhun can çekişini kenardan izlerken gözümüzden yaşlar gelir. Önce gözyaşlarımızla tampon yaparız yaralara. İlk eylemimiz budur. Bedenin ölümüne âşinayız da peki ya ruhun ölümü? Ruh ve beden arasındaki mesafe artar ve bu ayrılığın bedelini ağır öderler. İşte ruh ve bedeni tekrar bir araya getiren yükseliştir Diriliş.
Bu girişten de anlaşıldığı üzere bu ay patika yolumuza diriliş adlı bir taş daha ekledik. Diriliş aynı zamanda günümüzün tembel ve bitkin bir halde ne yapacağını bilemeyen insanının da iyileştirici reçetesidir. Diriliş denildiği zaman aklımıza belki de ilk gelen isim, onunla en çok hemhâl olan dava adamı Sezai Karakoç’tur. Bazıları onu Mona Roza’nın şairi olarak tanır, bazıları Müslüman kimliği ile. Ama çoğumuz onun Bilimden felsefeye, edebiyattan sanata, politikadan teolojiye her alanın en mahir ilim insanları kadar bilgi sahibi olduğunu ve bunu hakikat süzgecinden geçirerek günümüzde bile haklılığını koruyan nokta atışı tespitler yaptığını bilmeyiz. Kitaplarının derinliğini okuyanlar bilirler. Her bir cümlenin üzerinde durup konaklamak, nefes almak gerekir. Okuyan ve düşünenlere geniş ufuklar açar Karakoç.
Kitaptan biraz bahsedelim. İnsanlığın geçmişten günümüze panoramasını çizen bir kitap desek yanlış söylemiş olmayız. Başlıklar altında düşüncelerini ifade etmiştir yazarımız. İnsanlığın içine düştüğü bunalımın kaynağını açıklamakla başlar kitap. “İnsan çilesinin vazgeçilmez anıtları” olarak nitelendirdiği eski medeniyetlerin kenara itilmesine karşıdır. Batı’nın varoluş bunalımına karşı bulduğu Rönesans’la yeniden doğuş fikrini ele alır ve “Rönesans, İslam’a karşı Hıristiyanlığın eski Batı medeniyetini imdada çağırmasıdır.” der. Batı’yı değerlendirirken Doğu medeniyetinin de eksikliğini söylemekten geri durmaz. Kadimin hakkını veremeyen ve ebedi olana arka çeviren batının yanında yeninin hakkını veremeyen ve kadim olanı birdenbire terk eden Doğu’nun da basitliğin kurbanı olduğunu söyler. Tabiatı her gün biraz daha israf ettiğimizi ve durmadan tabiata acıktığımızı, sonuçta da hızla tükendiğimizi, “Ölüm dikkati” üzerinde ruhun yaşayabileceğini ve eşyanın soğukluğunda ruh tiril tiril titrerken ancak ölüm dikkatinde ruhun ısınabileceğini söyler. Karakoç ne salt dünyacıdır ne de sadece öte alemleri yaşar. Onun prensibi dengedir. Bir kefesinde dünya diğer kefesinde ahiret olan bir terazide dengeyi gösteren dil olarak isimlendirir ölümü. İnsanlığın tapınaktan koptuğundan yakınır. Kanatlarını evlerin ve insanların üzerine germiş fizikötesi dev yaratıklardı, iyilik melekleriydi der ve bu ruhun kaybolduğunu üzüntüyle okurken Karakoç’un da hislerine ortak oluruz. Hepimiz biliriz, günümüz insanı bir düşmandan kaçar gibi yalnızlıktan kaçar. Ruhta kaybettiklerimizi kalabalıklarda ararız. Batı felsefesini iyi bilen yazar, Nietzsche ve Marx’ın bunalımdan çıkış yollarını birinin üstün insan doğurmak, diğerininse alt insan dışındakileri ortadan kaldırarak mutluluk sağlama olarak görmesinden bahsederken bunalımın bir kısım insanı ortadan kaldırarak çözülemeyeceğini anlatmaya çalışır. Bunalımdan ne geçmişten medet umularak çıkılabilir ne de başkalarına öykünüp taklit ederek. En çaresiz zamanlarda en güçlü diriliş meydana gelir. Yanıp kavrulduktan sonra Diriliş. En kötülerini yaşadıktan sonra insan ancak yitip gitmenin korkusuyla yüzleşebiliyor. Sezai Karakoç çöküşün birçok alanında sebeplerini yazarken dirilişin de ancak her alanda gerçekleştiği takdirde başarıya ulaşabileceğini anlatmak ister. Her şeye rağmen asla umutsuzluk görmeyiz onda. Yeniden dirilişe dair hep bir umut taşır içinde. Bu yüzden kitabın son kısmında diriliş insanının kılavuz haritası olarak adlandıracağımız özelliklere yer verir. İşte o özelliklerden bazıları:
• Maddeye değil ruha üstünlük tanır. Üne değil, hizmet erdemine, kendine değil başkasına tanır bu önceliği.
• Uygarlığın kendi içine kapanıp solmasına razı olmaz. Hoşgörü özelliği böyle buyurur. Yozlaşma ve yobazlaşmanın her türlüsüne karşıdır.
• Özgürlüksüz sorumluluk doğuran her ideolojiden nefret eder. Tıpkı sorumsuzluk doğuran özgürlükten nefret ettiği gibi.
• Kişileri, eşyayı, düşünceleri putlaştırmanın amansız düşmanıdır.
• Klişeci değil özcü, lafızcı değil anlamcıdır. Biçime değer verir ama biçimin ötesine geçmek amacını yitirmemek için alınteri döker.
• O, ne kapitalizmin homoekonomikus’u, ne komünizm’in ekonomik birimden ibaret insanı, ne Freud’un libido mahkumu insanı, ne de Camus’un absürd insanıdır. Gerçek özüyle dolu anlamında İslam’ın insanıdır. O sürekli dirilişin insanıdır, yoksa sürekli ölüşlerin değil.

Kendimizi yeniden hayalini kurduğumuz ideal toplum, hoşgörü, saygı ve anlayışın hakim olduğu o toplum için dirilteceksek bu, maneviyattan maddiyata, ekonomiden politikaya, sanattan hukuka, teknolojiden bilime kadar ne kadar alan varsa hepsinde yeniden sorgulamaya ama düzeltmek için sorgulamaya yönelmeyi gerektiriyor. Güncelden konuşaçak olursak, insanların sebepsiz yere birbirini öldürmediği, gücün başdöndürücülüğüne kapılıp yolsuzlukların yapılmadığı, küçücük çocukların kaçırılıp acı verici kötülüklere maruz kalmadığı, merhametsiz insanların masum hayvanlara vahşice eziyet etmediği, küçücük çocukların kocaman bombalarla öldürmediği bir dünyaya güneş doğmasını arzu ediyorsak bu ancak karakterinden ödün vermeyen diriliş insanlarıyla mümkün olacaktır. İşte Karakoç’un amacı da bunun farkına vardırmak. Sevgili okur, umarım biz yeniden dirilişi yazan ve yaşayanlardan oluruz. Tak tak tak, kalbimizin kapılarını çalalım ve kendimizi sorgumakla başlayalım.

Exit mobile version