Hayata Anlam Katan Sır:Ölüm
![](https://www.patikatoplulugu.blog/wp-content/uploads/2019/06/olum-siyah-beyaz-gidahatti.jpg)
‘’ Var olmak ölümün huzurunda olmak demektir.’’(Bollnow)
Bir puzzle parçalardan oluşan bir yapıdadır. Ve bu parçaların her biri puzzle’ı oluşturmakta ve puzzle’ın anlamlı hale gelmesini sağlamaktadır. Yaşama da anlam katan bazı parçalar ya da olgular bulunmaktadır. Ölüm olgusu yaşama anlam katan en önemli olgulardan biridir. Dolayısıyla ölümü anlamlandırmak aslında yaşamı anlamlandırmaktır.
Tarih boyunca ölümü anlamlandırmak için farklı durumlardan yararlanılmış ve farklı yaklaşımlar ortaya konmuştur. Bu yaklaşımlar insanın ölümü algılamasını ve anlamlandırmasını etkilemiştir.
Yazımızda ölüm olgusu ile ilgili dini, felsefik ve toplumsal yaklaşımlardan , insanın ölüm karşısındaki durumundan , ölümün algılanmasını etkileyen faktörlerden, kişinin yakınının ölümü karşısındaki durumundan bahsedilecektir.
Ölüme Olgusuna Dini ve Felsefi Yaklaşımlar
Ölüm olgusuna yaklaşım tarzı insanın ölümü algılamasını şekillendirmektedir. Bu sebeple ilk olarak bu başlığın ele alınması gerekmektedir.
Ölüm bireyde korku oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında ölümün psikolojiye bakan yönü bulunmaktadır. Bunun yanı sıra dinlerin ve felsefenin de insan yaşamına ait bu olgu üzerinde yaklaşımları vardır. Bu yaklaşımlar dinlerde birbirinden farklılık göstermektedir. Felsefenin de kendine özgü yaklaşımları bulunmaktadır.
İlk olarak İslam dinine bakacak olursak ölüm Hak’tan gelme ve Hakk’ a dönmedir.Yani kişinin kendisini yaratana dönmesidir. Hristiyanlığa göre ise ölüm, insana Hz Adem’ in işlediği suçun neticesinde verilen bir cezadır. Yani kişi suçundan dolayı ölmektedir.
Kierkegaard ve Heidegger da ölümle ilgili yaklaşımlarda bulunmuşlardır.Onlara göre de ölüm yaşamdır. Onu farklı bir yerde değil hayatın içinde aramalıdır.
Yunan felsefesine bakıldığında, Stoacılar ölümün her an hatırda tutulması gerektiğini ifade ederler. Epikürcüler ise ölüm bizi yok eder ölüm olduğunda biz olmayacağız bu sebeple ölümü düşünüp üzülmeye gerek olmadığını ifade ederler. Yani ölümü yaşamın doğal bir parçası görmektedirler.
Batı ve Türk Toplumları Ölüme Nasıl Bakar ?
Türk toplumunda ölümden sonraki yaşamın varlığına inanılır. Cenaze merasimlerinde bulunulur. Ve toplumda ölüm durumu karşısında kullanılabilecek ifadeler bulunmaktadır. Batı toplumunda ise ölüm durumunda özellikle kullanılan bir kelime yoktur. Ve ölüm işlemleri cenaze şirketi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu da göstermektedir ki ölüm Batı’ da toplumsal hayatın dışına itilmiştir.
Kişinin Ölümü Algılamasını Etkileyen Faktörler
Kişilik ölüm duygusunun şekillenmesinde önemli bir etkendir. Ve kişinin kişiliği dini yaşantısı sonucu şekillenmişse bu durum onun ölüme bakışını etkileyebilmektedir. İlahi varlık tarafından kendisine verilen bir emanete sahip olduğunu bilen insan zamanı geldiğinde bu emaneti teslim edeceğinin bilinci içerisindedir. Hayatını da ölümünü de inancı çerçevesinde yaşar. Bu sebeple kişi ölüm karşısında yaşanabilecek çaresizlik durumunun oluşturduğu depresyon ve diğer ruhsal rahatsızlıklara yakalanma durumundan kurtulabilir.
Ruhun ölümsüzlüğüne inanmak da bireyin ölüm karşısında farklı tutumlar sergilemesini sağlamaktadır. Kübler-Ross ile Schulz & Alderman’ın yaptıkları araştırmaya göre ruhun ölümsüzlüğüne inanan birey ölüm korkuları ile baş edebilmektedir.Bunu yanı sıra ruhun bedenle var olduğuna ve ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanmayan bireylerin bunalım yaşadığı araştırmanın bir diğer sonucudur.
Ölüm Karşısında İnsan
Bütün insanların yapılarının en derininde ölüm anksiyetesi bulunmaktadır. Yani kişinin ölüme karşı kaygıları bulunmaktadır. Ölüme karşı korkusu bulunan insan bir yandan ölümünün farkındadır ancak öte yandan ondan kurtulmak ve ebedi bir yaşam sürmek istemektedir. Ve bu tutumlar kişide aynı anda oluşmaktadır. Buradan şu sonuç çıkarılmıştır.Kişi ölüm düşüncesine ne kadar yakınsa ölümsüzlük düşüncesine de o kadar yakın olabilmektedir.
Tüm bireylerde ölüm anksiyetesi görülürken bireyin ölüme karşı verdiği tepki ve ölümün kişi üzerindeki etkisi onu nasıl algıladığı ile ilgilidir. Örneğin ölümü sevdiklerine kavuşma olarak gören bir birey ölüme karşı yoğun kaygı duyguları yaşamayabilirken ölümü bir son olarak gören birey ölüme karşı yoğun kaygı duyguları yaşayabilir. Burada farklı duyguların yaşanmasına neden olan bireyin ölümü algılayış biçimidir. Kastenbaum ve Aisenberg’ e göre kişinin o andaki psikolojik yapısı onun ölümü algılayışını etkilemektedir. Bu algı durumu da tepkiler üzerinde farklılık oluşturabilmektedir.
Yakının Ölümü Karşısında İnsan
İnsan yoğun bir acı çeker yakınını kaybettiğinde.Sonra zamanla ilk baştaki acının yoğunluğu azalsa da insanın içinde hep bir eksiklik olmaktadır.
Birey kendi ölümü karşısında kaygı duygusu yaşarken yakınını ya da sevdiği birini kaybettiğinde yoğun bir acı ve çökkünlük duygusu yaşar. Onsuz hayata alışmak kişi için zordur. Yas süreci onsuz hayata alışmakta zorlandığımızı gösteren bir süreçtir.
Yas, ölümün ardından yaşanan ve yaşanması gereken doğal bir süreçtir. Düzeyi kişiden kişiye değişir. Yası yaşamak doğal olmakla beraber 3 aydan uzun süren ve intihar düşünceleri – alkol ve madde kullanımı – kendimizi rüyadaymış, boşluktaymış gibi hissetme yada hissizlik – öfke patlamaları – nedensiz aşırı neşelilik – olayı hiç olmamış gibi davranma – uyku ve iştah düzensizliği – önceki travmaların tetiklenmesiyle sürekli olarak aynı düşüncelerle meşgul olma, günlük hayata devam edememe gibi belirtiler 1 aydan beri sürekli yaşanırsa yardım alınması gerekmektedir.
Peki Kişi Bu Süreçte Sırasıyla Hangi Psikolojik Süreçlerden Geçer ?
İnkar: Kişi sevdiğinin acısı ile yoğun bir darbe almıştır. Bu durumu kabullenmek ona ağır gelir ve bu durumu inkar eder. Örneğin evde hala onu arar. İnkar duygusunun düzeyi kişiden kişiye göre değişebilmektedir. Kimi beni bırakamazsın diyerek bu duyguyu yaşar. Kimi kişinin mezarının yanında kalır sürekli.
Öfke: Kişi kaybettiği yakınına, yakını ile ilişkisi sıkıntılı olan birine ya da yakınının ölüm sebebine öfke gösterebilir.
Pazarlık: Örneğin kişi bugün yağmur yağmazsa gördüklerim rüyadır der. Bu durum çocuklarda daha çok olmakla beraber yetişkinlerde de olan bir durumdur.
Çaresizlik: Kişi yaşananları daha fazla fark etmekle beraber zihnindeki bulanıklık, iştahsızlık, düzenli uyuyamaması , zaman zaman ağlamaklı olması, yaşamdan zevk alamaması gibi durumlar devam eder.
Kabullenme ve yaşamı yeniden düzenleme: Kişinin içinde kaybettiğine ilişkin hep bir boşluk olur. Yani kişi o kişiye karşı özlem duyar. Bu özlemle beraber yaşamaya devam eder. Zaman zaman yine üzüntü yaşama durumu olur. Ancak kişi günlük hayata geri döner.
Yakını kaybeden kişilerin yanında olup onu anladığımızı göstererek duyguları yaşamasını sağlayarak destek olunabilir.
İnsan kaygı duyar kendi ölümünden ya sevdiğini kaybederse o zaman da derin acı yaşar. Bizi mutlu eden duygular gibi kaygılandıran ya da hüzünlendiren duygular da yaşamın içindedir ve gereklidir. Onlarla da ölümle de yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Belki de şairin dediği gibi olur:
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm.
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.
Adil Erdem Bayazıt
KEVSER DÖNE & MAHPARE DERVİŞ
Kaynakça: Koç,M.(2002).Ölüm psikolojisi I.Tasavvuf Dergisi.
Aydoğdu,H.(2016). Kierkegaard ve Heidegger’de Ölümün Eksistensiyal-Ontolojik Çözümlemesi. Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi.
0 yorum