Kitap adı: Görünmez Kentler
Kitabın yazarı: Italo Calvino
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa sayısı: 204
Basım yılı: 32. Baskı İstanbul/ Temmuz 2022
GÖRÜNMEZİN SINIRLARI
Görünmeyen sınırlarımız var; hayal ve gerçek, iyi ve kötü, doğru ve yanlış, insan ve nesne arasındaki sınırlar. Evrenin ve insan yaşamının sonsuz ihtimalleri arasında kaybolmamak, bir ölçü tayin edebilmek için. Ancak sınırları her zaman doğru yerde ve zamanda çizemeyebiliyoruz. İnsan kendi mutluluğu için sınırlar çizdiği gibi, yapmak istediği ama yapmaktan korktuğu şeyler için de sınır çizebiliyor çünkü.
Görünmez Kentler’in sınırlarından bahsedeceğim bu yazımda. Italo Calvino’nun, kurmaca ve gerçek arasındaki sınırda okurunu yürüttüğü ve zaman zaman neyin gerçek olduğunu unutturduğu anlatısından bahsedeceğim. Kitabımız, Tatar İmparatoru Kubilay Han ve Venedikli Gezgin Marco Polo arasında geçen diyaloglardan oluşuyor. İmparatorluğu oldukça geniş olan Kubilay Han, ülkesine gerçekten sahip olabilmek için her kentini tanımak istiyor ve bunun için Marco Polo’yu görevlendiriyor. Marco Polo kentleri gezip Kubilay Han’a bilgilerini sunuyor. Tamı tamına elli beş kent anlatıyor Marco Polo, birbirinden farklı ve bir o kadar benzer özelliklere sahip elli beş görünmez kent.Kentler ve anı, kentler ve arzu, kentler ve göstergeler, ince kentler, kentler ve takas, kentler ve gözler, kentler ve ad, kentler ve ölüler, kentler ve gökyüzü, sürekli kentler, gizli kentler başlıkları altında anlatılan birbirinden ilginç kentleri okuyoruz.Bazılarından bahsetmek istiyorum. Mesela, karadan gelene başka, denizden gelene başka görünen kent Despina’dan.
“Gökdelen tepelerini, radar antenlerini,rüzgarda beyaz, kırmızı, dalga dalgarüzgargüllerini, kurum kusan bacaları, yaylanın göğe değdiği çizgiden fırlayışını gören deveci, bir gemiyi düşünür; kendisini çölden alıp götürecek yelkenli bir gemi gibi görür onu. Denizci ise bir deve hörgücünün biçimini, sağa sola sallanarak ilerleyen iki benekli hörgüç arasında parlak püsküllü bir eyer biçimini seçer; kendisini, bu deniz çölünden alıp palmiyelerin dantel gölgesindeki tatlı su vahalarına götüren uzun bir kervanın başında görür. İki çölün sınır kenti Despina’yı böyle görür deveci ile denizci.”(syf.68)
Despina belki de bize şunu söylemeye çalışıyor: Neye sahip değilsen onu arzularsın. Arzularımız ile benliğimiz arasındaki sınıra dikkat çekiyor. Bir diğer ilginç kent ise Sofronia. İki yarım kentten oluşuyor.
“Yarım kentlerin birisi sabit, diğeri geçici ve süresi dolduğunda çivilerini söküp parça parça ayırarak başka bir yarım kentin boş alanlarında kurulmak üzere alınıp götürülüyor.”(syf.107)
Sofronia bize neler söylemek istiyor dersiniz? Belki de gelip geçiciliği anlatmaya çalışıyor ya da sürekli devinim halinde olmaktan, yenilenmekten, süreklilikten bahsediyordur. Nihayetinde hepimiz neyi anlamaya ihtiyaç duyuyorsak onun mesajını alıyoruz.Halet-i rûhiyemize göre algıladığımız bir kent var: Zemrude.
“Kente biçimini veren, ona bakan kişinin keyifli ya da keyifsiz olmasıdır.Kentten ıslık çalarak geçersen aşağıdan yukarıya tanırsın onu: pencere önleri, uçuşan perdeler, fıskiyeler. Eğer çenen göğsünde, tırnaklarını avuçlarına geçirmiş yürüyorsan bakışların yere, yol kenarında akan sulara, kanalizasyon kapaklarına, balık kılçıklarına, kağıtlara takılır kalır.Kentin hangi yanının diğerinden daha gerçek olduğunu bilemezsin.”(syf.110)
Bir yeri, bir insanı iyi ve güzel yapan bizim bakışlarımız. O halde her şeye güzel bakmalıyız, şartlar bunun tam tersini gösterse bile. Kentler anlatmakla bitecek gibi değil. Sakinlerinin boşluğa asılı yaşamlarıyla Ottavia, yaşanmayan hayatlarıyla Cloe, yaşamların ve işlerin takas edildiği Eutropia, birbirinden ayrılamayan ama birbirine de bakamayan bir ön bir arka yüzden oluşan Moriana, ayak basıldığı an değişen Pirra, gökbilimcilerini hesaplarda tereddüte düşüren Perinzia ve daha niceleri. Hepsi gerçekte var olmayan ama düşüncelerimizde yaşamaya devam eden kentler.
Peki Kubilay Han gerçekten imparatorluğundaki tüm kentleri tanırsa ona sahip olabilecek mi? Bunun cevabını kitabı okuyacak olanlara bırakıyorum.
Kendi hayatımızda da gezip hayran kaldığımız ve bir parçamızı orada bıraktığımız kentler vardır. Calvino bu konuda şöyle söylüyor:
“Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.” (syf.88)
Sorular sorduğumuz ve yanıtlar alabildiğimiz nice kentlere.
0 yorum